Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olunuz !!!Kaybolan Hazineler B-261910-üye_ol
Pozitif Seyir
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olunuz !!!Kaybolan Hazineler B-261910-üye_ol
Pozitif Seyir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaİletişimLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Kaybolan Hazineler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
hsn25
™Pozitif Seyir™
™Pozitif Seyir™
hsn25


Kaybolan Hazineler Shanex10
Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok
Kaybolan Hazineler Shanex11
Kayıt tarihi : 11/08/10
Kaybolan Hazineler Shanex11
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 460
Kaybolan Hazineler Shanex11
<b>Nerden</b> Nerden : istanbul
Kaybolan Hazineler Shanex11
<b>Yaş</b> Yaş : 32
Kaybolan Hazineler Shanex11
Cinsiyet : Erkek Kaybolan Hazineler Shanex11
Ruh Halim : Komik
Kaybolan Hazineler Shanex11
Tuttuğu Takım : FenerBahçeli
Kaybolan Hazineler Shanex12

Kaybolan Hazineler Empty
MesajKonu: Kaybolan Hazineler   Kaybolan Hazineler I_icon_minitimeCuma Ağus. 13, 2010 1:30 pm

Sevgili aynacık gecelerden bir gece o güzel masallarından birisini
seçerek padişah kızının yanına gelmiş: Ey padişah kızı, bu gece sana
uzun bir masal anlatacağım. İyi dinle. Gözlerini hemencecik uykuya
teslim etme.

Uzun zaman önce; belki bin yıl, belki iki-bin yıl önce bir padişah
varmış. Bu padişah çok uzak memleketlerin birisinde yaşıyormuş. Bu ülke
öyle uzakmış ki, oraya varmak için yüz tane dağ, elli tane ova, beş-yüz
tane de ırmak geçmek gerekiyormuş. İşte ben sana bu ülkede geçen bir
olayı anlatacağım bu gece.

Birgün ülkenin padişahı veziri ile beraber şehri dolaşmaya çıkmış.
Herkes kendi işiyle ilgileniyor, bir koşturmacadır devam ediyormuş. Her
sabah olduğu gibi bu sabah da dükkanlar bir bir açılmış. Padişah,
halkının böylesine çalışkan olmasından büyük bir memnunluk duyuyormuş.

Yürürken karşılarına bir demirci dükkanı çıkmış. Demirci, ikidebir
örsün başına geliyor ve ağlıyormuş. Öyle bir ağlıyormuş ki, görenin
merak etmemesi mümkün değilmiş. Bütün gün bunu yaptığı için hiç
müşterisi kalmamış zavallı adamın. Çünkü ağlamaktan iş yapamıyormuş.
Tabiî ki durumu gören padişah da meraklanmış.

- Çok garip, demiş içinden. Ne ola ki bu adamın derdi? Bilebilsek de bir yardımımız dokunsa.
Hemen vezirine emir vermiş:
- Tez öğrenin bu adamın derdini, bana haber verin.
Yürümeye devam etmişler. O sokak senin, bu sokak benim
dolaşıyorlarmış. Padişah halkının durumunu merak ettiği için her şeyi
inceliyormuş.

Karşılarına bir bahçe çıkmış. Bahçede çeşit çeşit ağaç varmış. Birden
gördükleri şeye inanamamışlar. Bahçıvan kocaman bir elma ağacının
yanında bekliyor, birden ağacın başında bir şey görmüş gibi sevinçle
ağaca tırmanmaya başlıyor, fakat ağlaya ağlaya geri iniyormuş. Padişah
hiçbir anlam verememiş adamın bu davranışına:

- Acep bu bahçıvanın derdi ne ki?
Vezirine dönmüş ve;
- Bu adam neden böyle yapmaktadır öğrenesin, demiş.
Padişah vezirle beraber yine yoluna devam etmiş. Hava öyle güzelmiş
ki, yürüdükçe yürümek istiyorlarmış. Her taraf yemyeşilmiş. Rengarenk
çiçeklerin kokusu insanı sevince boğuyormuş. Neşeyle biraz daha
yürümüşler. Bu sefer de karşılarına bir dilenci çıkmış. Bu dilencinin
gözleri görmüyormuş. Fakat garip olan, yoldan gelip-geçen insanlar bu
dilencinin ensesine bir tokat indirip avucuna para bırakıyorlarmış.
Dilenci her tokat yiyişinde;

- Sağolun, eksik olmayın; diyormuş.
Padişah hayretler içinde kalmış. “Acaba bu insanlar delirmiş de benim
mi haberim yok”, diye kendi kendine sorar olmuş. Bir yandan da
kızıyormuş:

- Şu devletin padişahıyım. Bu insanların bir derdi olmalı ki böyle
garip davranıyorlar. Ve ben bütün bunlardan habersizim. Kimbilir daha
kaç kişi böyle acı çekiyor.

Vezirine;
- Bu dilencinin de derdini dinleyin, demiş. Hepsinin başına ne geldiğini tez öğrenmek isterim.
Padişah ile vezir saraya dönmüşler. Fakat padişah huzursuz, bütün gördüklerinden şaşkına dönmüş.
Vezir hemen ertesi gün bu üç adamı saraya çağırtmış. Demirci,
bahçıvan ve dilenci biraz korkmuşlar. Fakat emir padişahtan, gitmek
zorundaymışlar. Endişeli endişeli sarayın yolunu tutmuşlar. Önce demirci
başlamış başından geçenleri anlatmaya:

- Birgün dükkanımın önünden tavuk satan bir adam geçiyordu. Onu hemen
durdurup iki tane tavuk satın aldım. Çırağımla bu tavukları eve
gönderdim. Çırağa, “Hemen ikisini de pişirsinler. Birini kendileri
yesin, diğerini de bana göndersinler. İşim çok. Bütün gece
çalışabilirim.” dedim. Akşam vakti çırak tavuğu getirdi bana. Öyle
acıkmışım ki, ocağın başına soframı kurdum. Oturdum bir güzel tavuğu
yemeye başladım. O sırada örsün yanında bir kedi ortaya çıktı. Nereden
geldiğini görmemiştim. Yediğim tavuktan istediği açıktı. Miyavlayıp
duruyordu. Fakat ne kadar yalvardıysa tek bir lokma dahi vermedim
kediye. Tavuğun bir budu bir de kanadı kalmıştı geriye. Tam kanadı
yiyecekken kedi konuşmaya başladı: “Bana o kanadı verirsen, karşılığında
sana yüz tane altın veririm.” Kedinin konuşması beni şaşırtmıştı, ama
onu dinlemedim. Kanadı da afiyetle yedim. Tavuğun budunu elime almıştım
ki, kedi yine konuşmaya başladı: “Budu yeme. Bana ver. Buna karşılık
sana bir hazine veririm.” Ben kediyi kovaladım. Ve budu da bir güzel
yedim. Budu tam bitirmiştim ki kedinin birden ortadan kaybolduğunu
farkettim. Nereye gitmişti anlamadım. Fakat kedinin bulunduğu yerde bir
parıltı vardı. Yaklaştım, bir de ne göreyim. Bir delik ve bu delikten
bir hazine görünüyor. Elimi uzattım. Ama elimi her uzatışımda hazine
kayboldu. Çıldıracaktım. Uzaklaşıyordum, hazine ortaya çıkıyordu.
Yaklaşıyordum, kayboluyordu. Bunun için o günden beri örse yaklaşıp
yaklaşıp ağlıyorum.

Demircinin hikayesini dinledikten sonra sıra bahçıvana gelmiş. O da başına gelenleri şöyle anlatmış:
- Bir sabah meyveleri toplamak için bahçeye girdim. Elma ağacının
başına çıkmış bir bir meyveleri topluyordum. Bu sırada tam karşımda
duran çok güzel bir kuş gözüme çarptı. Daha önce böylesine güzel bir
kuşu hiç görmemiştim. Kuşu yakalamak için elimi uzattım, fakat o daha
hızlı davrandı ve beni yakaladığı gibi havalandı. Bir süre uçtuktan
sonra kocaman bir gül bahçesine indik. Daha önce bu kadar güzel bir gül
bahçesi de görmemiştim. Güller öyle güzel açmıştı ki, o renkte güllerin
varlığını bile bilmiyordum. Akılım başımdan uçtu gitti. Bahçede
deli-divane gezinirken bir ihtiyar çıktı karşıma. Beraberce bir köşeye
oturduk. Benimle konuşmaya başladı: “O kuşu sana ben gönderdim. Seni
alıp getirmesini ben istedim ondan. Seni oğlum olarak seçtim.” Bunları
söyledikten sonra bahçenin ortasında bulunan muhteşem bir saraya gittik.
Sarayda bir hazinesi vardı ve bu hazineyi bana gösterdi. Bu kadar çeşit
mücevheri bir arada görmek benim için sadece rüyalarda mümkün
olabilirdi. İhtiyar bana; “Yaşlandım, yakında öleceğim. Oğlum olmayı
kabul edersen bütün bu gördüklerin senin olacak.” dedi. Teklifi sevinçle
kabul ettim tabiî ki. İhtiyar adam bir ara dışarıya çıktı. Ben de onun
gidişinden faydalanmak istedim ve bir yüzüğü cebime attım. Adam geri
geldiğinde yüzündeki ifade değişmişti. Kuşu çağırdı, “Bu adamı nereden
getirdiysen oraya götür. Ben böyle bir evlat istemiyorum.” dedi. Kuş
beni yakaladığı gibi elma ağacının başına getirdi. Şimdi aşağıda olduğum
zaman kuşu aynı yerde görüyorum. Hemen ağaca tırmanıyorum. Fakat kuş
kaybolmuş oluyor. Ağlayarak tekrar iniyorum.

Bahçıvanın hikayesi de böyleymiş. Hayretle dinliyorlarmış bu garip
adamların başından geçenleri. Sıra dilenciye gelmiş. Onun da hikayesini
ilgiyle dinlememek mümkün değilmiş:

- Ben sapasağlam bir insandım. Gözlerim görüyordu. Bir işim vardı.
Mutluydum. Yetmiş tane atım vardı benim. Onlarla yük taşırdım. İşim
iyiydi. Kimseye muhtaç değildim. Fakat açgözlülüğüm yüzünden her şeyimi
kaybettim. Birgün bir tüccar atlarımı kiraladı. Bütün yükü güzelce
yerleştirdik ve beraber yola çıktık. Konuşa konuşa yolumuza devam
ediyorduk. Bir ara adam yükün tamamının altın olduğunu söyleyiverdi. Bir
anda aklıma olmadık kötülükler gelmeye başladı. Zengin olabilirdim.
İçimdeki ses tüccarı öldürmemi söyleyip duruyordu. Issız bir yerden
geçiyorduk. Ben atları durdurdum. Tüccar karşı çıktı: “İşim çok acele,
durmadan devam etmeliyiz.” Fakat ben onu dinlemiyordum. “Seni
öldüreceğim ve bütün altınlar benim olacak.” diyordum adama. Adam
altınların yarısını teklif etti, ama kabul etmedim. İlle de hepsi olacak
diye tutturmuştum. Hem adamı bırakırsam beni şikayet etmesinden
korkuyordum. Öldürmeliydim. Gözüm hiçbir şey görmüyordu. Bu kadar kötü
kalpli olduğumu ben de bilmiyordum. Meğer öyleymiş. Demek ki para,
insanı bu kadar değiştirebiliyormuş. Tam elimdeki bıçağı saplayacaktım
ki, adam beni durdurdu. “Dur” dedi. “Bende bir sürme var. Göze sürüldüğü
zaman toprak altında ne kadar hazine varsa hepsi görülüyor.” Bıçağı
çektim. “Sür de görelim”, dedim. Keşke demeseydim. Sürmeyi cebinden
çıkardı ve tek gözüme sürdü. Gerçekten de dediği doğruydu. Toprak
altındaki hazineleri görebiliyordum. Bu sefer de öteki gözüme sürmesini
istedim. “Olmaz” dedi. “Eğer iki gözüne sürersem kör olursun ve bir daha
hiçbir şey göremezsin.” İnanmadım. Diğer gözüme de sürme çektirdim. Ve
bir anda her taraf karardı. Artık hiçbir şey görmüyordum. Tüccar
atlarımı da alarak kaçtı. Yaptıklarımın cezasını enseme tokat attırarak
ödemeye çalışıyorum. Akılsızlığıma yanıyorum.

Padişah hikayelerin hepsini dikkatle dinlemiş, adamlara acımış. Hemen
onlara hazineden para verdirmiş. Ve sarayda görevlendirmiş onları.
İnsanlara başlarından geçen olayları anlatacaklarmış. Anlatacaklarmış ki
hiçkimse böyle açgözlü olmasın

Naz Ferniba
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kaybolan Hazineler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kültür ve Sanat Rehberi :: Büyüklerden Masallar-
Buraya geçin: