Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olunuz !!!Sihirli Tavşan B-261910-üye_ol
Pozitif Seyir
Sitemizden Yararlanmak İçin Üye Olunuz !!!Sihirli Tavşan B-261910-üye_ol
Pozitif Seyir
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaİletişimLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Sihirli Tavşan

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
hsn25
™Pozitif Seyir™
™Pozitif Seyir™
hsn25


Sihirli Tavşan Shanex10
Uyarı Seviyesi : Uyarı Yok
Sihirli Tavşan Shanex11
Kayıt tarihi : 11/08/10
Sihirli Tavşan Shanex11
<b>Mesaj Sayısı</b> Mesaj Sayısı : 460
Sihirli Tavşan Shanex11
<b>Nerden</b> Nerden : istanbul
Sihirli Tavşan Shanex11
<b>Yaş</b> Yaş : 32
Sihirli Tavşan Shanex11
Cinsiyet : Erkek Sihirli Tavşan Shanex11
Ruh Halim : Komik
Sihirli Tavşan Shanex11
Tuttuğu Takım : FenerBahçeli
Sihirli Tavşan Shanex12

Sihirli Tavşan Empty
MesajKonu: Sihirli Tavşan   Sihirli Tavşan I_icon_minitimeCuma Ağus. 13, 2010 11:59 am

Masal masal matitas… Kalaylandı bakır tas… çukura düştü çıkamaz… Pır pır eder uçamaz.

Var
varanın, sür sürenin… Habersiz bağa girenin, hali yaman demişler…
Masaldır bunun adı… Söylemekle çıkar tadı… Her kim dinlemezse bunu,
hakkından gelsin kambur dadı…


Bir varmış, bir yokmuş. Vakti zamanında bir padişahın üç oğlu ile bir küçük kızı varmış.

Küçük
kız bir gün bahçede oynarken ortadan yok olmuş. Aramışlar, taramışlar,
etrafa atlılar salmışlar, yok… yok… Yer yarılıp yere mi girdi, gök
alçalıp göğe mi uçtu? Bilen, anlayan olmamış… Öldüğüne dair bir işaret
de bulunmadığı için, padişah babası ile sultan annesi :


Sihirli bir el değmiş, kızımızı alıp götürmüşler, bir gün çıkagelir elbet! diyerek üzüntülerini azaltmaya çalışmışlar.

Sarayın
bahçesinde çok değerli bir elma ağacı varmış. Fakat bu ağaç, senede bir
tek elmadan başka elma vermezmiş, vermezmiş ama, bu elmanın renginin
güzelliğine de başka elmalarda rastlanmaz, hele tadına hiç doyum
olmazmış. Onun için, padişah, elmayı her sene törenle kopartır, küçük
küçük doğratarak hoşaf kaynattırır, bütün saray halkına birer yudum
içirtirmiş. Kimsenin gönlü kalsın istemezmiş.


O
yıl elma yine olmuş. Elmayı kopartmak için tören günü bahçede
toplanıldığı zaman ağaçta yapraklardan başka bir şey görememişler. Saray
halkından hiç kimse elmayı koparmayacağı için, bu işi dışardan biri
yapmıştır, diye düşünmüşler.


Ertesi
yıl elma yine olmuş. Birisi koparmasın diye, elmanın iyice olacağı güne
kadar ağacın dibinde nöbet bekletmeye karar verilmiş. Padişahın büyük
oğlu :


Baba, demiş, nöbeti ben beklemek istiyorum…

Babası,
büyük şehzadenin bu düşüncesine hayır dememiş. Büyük şehzade, ağacın
dibine oturmuş, beklemeye başlamış. İlk gece uyku bastırdığı halde
uyumamış, sabahı dar etmiş. Elma yerinde duruyormuş. İkince gece uyku
daha çok bastırdığı halde, büyük şehzade, o gece de uyumamış. Üçüncü
gece yorgunluğu artmış olan büyük şehzade, göz kapaklarının kapanmasını
engel olamamış, kendini tatlı uykunun derinliklerine farkında olmadan
bırakmış.





Sabahleyin
güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini açan büyük şehzade, bir de başını
kaldırmış bakmış ki, elma yerinde yok… Yüreği hoplamış, aklı başından
gitmiş ama, elden ne gelir? Koşa koşa gidip babasını bulmuş, durumu
anlatmış, üzüntüsünü belirtmiş.


Ertesi
yıl ortanca şehzade nöbet tutmuş. O da ağabeysi gibi iki yıl gece
uykusuzluğa dayanabilmiş. Üçüncü gece uyuyakalınca elma yok oluvermiş…


Daha
ertesi yıl nöbet sırası küçük şehzadeye gelmiş. Birinci, ikinci geceler
o da uyumamış. Üçüncü gece uyuya kalmamak için elinin küçük parmağını
bir yerinden kesmiş, üzerine de tuz bastırmış. Acısından gözüne uyku
girmek şöyle dursun, aklına bile gelmemiş. Hiç kıpırdamadan bekleye
dururken, tam gece yarısında bir kanat sesi işitmiş. Ay ışığı etrafı
epeyce aydınlattığından, kocaman bir kuşun gelip elma ağacına konduğunu
görmüş. Kuş hemen elmayı kapmış. Kaçarken şehzade bir ok atmış. Ok kuşa
değmiş ama, onu öldürmemiş, kanadından bir tüyü yere düşürmüş, o kadar…
kuş uçup gitmiş, gözden yok olmuş.


Küçük şehzade, sabahı beklemeden tüyü almış; hemen yukarı çıkarak babasını uyandırmış, ona göstermiş, olanları bir bir anlatmış.

Kuşun
tüyü o kadar güzel, renkleri o kadar çok, hem de o kadar göz alıcı imiş
ki, padişah da, sultan da şehzadeler de hayran kalmışlar.


Büyük şehzade :

Babacığım, demiş, tüyü bu kadar güzel olan kuşun kim bilir kendisi ne kadar güzeldir? Ben bu kuşu arayıp bulacağım.

Padişah bu tüyden kendisine bir kalem yaptırmış, kullanmaya başlamış. Büyük oğluna da bu altın kuşu bulması için izin vermiş.

Büyük
şehzade, sarayın ceylan gibi koşan bir atına binmiş. Heybelerine altın
doldurmuş. Üstüne de demir bir elbise geçirerek yola düşmüş. “Bir aya
kadar dönmezsem beni ararsınız” diye de tenbih etmiş.


Az
gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş… Altı ay bir güz gitmiş.
Yorulmuş, bir pınar başında atından inmiş. Eliyle pınardan su içerken,
karşısına kar gibi beyaz, sevimli bir tavşan çıkmış. Bir insan gibi dile
gelerek şehzadeye sormuş :


Ünlü şehzadem, böyle nereden gelip nereye gidiyorsun?

Şehzade, tavşanın insan gibi konuşmasına hem şaşırmış, hem de sevinmiş. Derdini dökmeye başlamış :

Altın
kuşu bulmaya gidiyorum Pamuk Tavşan. O, dört yıldan beri bizim sarayın
bahçesindeki elmayı çalıp kaçıyor. Onu her ne pahasına olursa olsun
bulmam gerek… Ne olur, sen onun bulunduğu yeri biliyorsan bana gösterir
misin?


Pamuk Tavşan, uzun bıyıklarını oynata oynata güldükten sonra :

Mademki
onu ele geçirmek için bu kadar yoldan geliyorsun, demiş, ben de sana
onun bulunduğu yeri söyleyeyim : Şu karşıki dağı aştıktan sonra önüne
uzun bir yol çıkacak. Bu yolun ortasında karşılıklı iki han vardır.
Hanlardan birinde yatmak için çok para verilir… Ötekinde ise az para
alırlar. Birinci handa her türlü içki eğlence, oyun vardır. İkinci handa
hiçbir şey yoktur. İkinci hana girersen altın kuşun bulunduğu yeri
öğrenebilirsin! Haydi güle güle!


Pamuk Tavşan şehzadeyi kulakları ile selamlamış. Oda başıyla karşılık vererek dağın yolunu tutmuş.

Git
gitmez misin… Git gitmez misin… Geceler gündüz olmuş, gündüzler de
gece… Şehzade bir hafta sonra dağı aşmış, yola ulaşmış. Çok geçmeden
hanların bulunduğu yere varmış. Bakmış ki, hanın biri saraya benziyor.
Öteki ise bir kulübe gibi, hem de pis… Tavşanın sözlerini unutarak o
saray gibi olan hana girmiş. Çok geçmeden içkiye, eğlenceye dalmış,
altın kuşu da, elmayı da unutmuş…


Günler
günleri, günler de haftaları doldurmuş, aradan bir ay geçtiği halde
büyük şehzade saraya dönmemiş. Padişah da, sultan da oğullarını merak
etmişler.


Ortanca şehzade :

Bari ben gideyim de, demiş, hem altın kuşu bulayım, hem de ağabeyimi arayıp bularak getireyim.

Padişah
ortanca oğluna da izin vermiş. Şehzade, sarayın kuş gibi uçan bir atını
seçmiş. Heybelerine altın doldurmuş, kendisi de bir demir elbise
giyerek :


Eğer bir aya kadar dönmezsem beni de ararsınız! demiş, yola koyulmuş.

Az
gitmiş, uz gitmiş… Konarak, göçerek, tam bir güz gitmiş. Bir de
arkasına dönüp bakmış ki, daha arpa boyu kadar bir yol gitmiş. Tekrar
yola koyulmuş. Gide gide yorulmuş. Bir su başında attan inmiş. Yüzünü
yıkarken karşısına o sihirli tavşan çıkmış. Tavşan buna da altın kuşun
nerede bulunacağını söylemiş, hanları tarif etmiş. Ortanca şehzade,
atını kuş gibi uçurarak günlerce sonra hanların bulunduğu yere gelmiş. O
da ağabeysi gibi ucuz hanı beğenmeyip öteki hana girmiş. Orada
ağabeyisi ile birleşmiş. Beraber içkiye, eğlenceye dalmışlar. Altın kuş
onun da aklından çıkmış, gitmiş…


Ortanca
şehzade gittikten sonra da bir ay olmuş. Çocuklarının ikisi de gidip
gelmeyince, padişahı bir merak sarmış. Kendi kendisine “Bunda bir iş var
ya, elbet anlaşılır” demiş.


Bu sefer de küçük oğlan :

İzin verirseniz babacığım, demiş, gidip hem ağabeylerimi bulayım, hem de altın kuşu ele geçirip getireyim.

Padişah :

Hayır,
diye karşılık vermiş, onlar gitti, gelmedi. Öldürdüler mi, kaldılar mı,
bilmiyoruz. Sen de gidip dönmezsen sonra ne yaparız?


Küçük şehzade, babasına yalvarmış, yakarmış, ağabeyleri uyuyakaldıkları halde altın kuşu kendisinin vurduğunu söyleyerek :

Kuşu yine ben ele geçireceğim, demiş. Hem göreceksiniz, ağabeylerimi de bulup getireceğim…

Padişah,
küçük oğlunun ağabeylerinden daha akıllı olduğunu hatırlamış. Onun bu
işi de başarabileceğini düşünerek gitmesine izin vermiş.


Küçük
şehzade, sarayın rüzgâr gibi giden atlarından birini seçmiş. Heybelere
altın doldurmuş. Sırtına da bir demir elbise geçirerek yola düşmüş.


Rüzgâr
gibi giden at, onu bir anda su başına ulaştırmış. Atı su içerken
kendisi de yüzünü yıkamaya başlamış. O sırada yanında Sihirli Tavşan
belirmiş. Tavşan dile gelip, ona da nereye gittiğini sormuş.


Şehzade,
altın kuşu yakalamaya, ağabeylerini bulmaya gittiğini söyleyince,
Sihirli Tavşan, buna da dağı gösterip hanların yolunu tarif etmiş.


Sakın yanlış yere gitmeyesin, diye de ilave etmiş.

Küçük
şehzade, Sihirli Tavşana teşekkür ederek yanından ayrılmış. Rüzgâr gibi
giden atını dört nala sürmüş. Dereler, tepeler, dağlar, atının ayakları
altında uçuyormuş sanki… Çok geçmeden, Sihirli Tavşanın gösterdiği dağı
aşmış, uzun yola ulaşmış. Gide gide hanların yanına varmış. Hanlardan
biri pek göz alıcı imiş. Öteki ise, tersine, bir kulübeye benziyormuş.


Küçük şehzade, Sihirli Tavşanın sözlerini hatırlayarak o gözalıcı hana girmemiş, doğruca gidip ucuz hana yerleşmiş.

Akşam
olduğundan, karnını doyurup bir tahta üzerine uzanmış. Kendi kendine,
“acaba altın kuşu ne zaman görebileceğim” diye düşünüyor, gözüne uyku
girmiyormuş.


Gece yarısından sonra, bir aralık kulağına bir ses gelmiş.

Birisi :

Geleyim
mi?! Geleyim mi?! diye sesleniyormuş. Şehzade, bu sesi tanımadığı için
karşılık vermemiş. Hem kendisine seslendikleri ne malûm? Olduğu yerde
daha çok büzülmüş, sesini çıkarmamış.


Sabah
olmuş. Biraz hava almak için hanın kapısına çıkmış. Bir aşağı, bir
yukarı dolaşırken, Sihirli Tavşan görünmez mi? Zıplaya zıplaya küçük
şehzadenin önüne gelerek :


Akşam
seslendim, seslendim, karşılık vermedin, demiş. Karşılık verseydin
işimiz daha kolay olacaktı. Ama şimdi biraz yorulacaksın. Haydi atla
sırtıma!


Küçük şehzade hemen tavşanın sırtına binmiş. Tavşan hem koşuyor, hem de şehzadeye şunları söylüyormuş :

Seni
şimdi altın kuşun bulunduğu saraya götürüyorum. Bu saray kuşlar
padişahının sarayıdır. Sarayın bahçe kapısı önünde seni indireceğim.
Bahçede iki kapı vardır. Birisi açık, öteki kapalıdır. Açık kapıyı
kapayacak, kapalı kapıyı açacaksın. İçerde bir arslanla bir at
karşılıklı otururlar. Arslanın önünde ot, atın önünde et vardır. Eti
arslanın önüne koyacak, otu ata vereceksin. Altın kuş ortadaki gül
ağacında oturur. İki tarafında iki kafes asılıdır. Kafesin biri
tahtadan, diğeri altındır. Kuşu alır, tahta kafesin içine koyarak dışarı
çıkarsın, sakın altın kafese koyayım demeyesin, kuşlar padişahı seni
yakalatır, zindana attırır, sonra karışmam.


Sihirli
Tavşan zıplaya zıplaya koşuyor, yokuşlar çıkıyor, tepeler aşıyormuş.
Nihayet yüksekliği minare boyunda duvarlarla çevrili, büyük bahçe içinde
bir sarayın önünde durmuş, şehzadeyi sırtından indirmiş, gözden
kaybolmuş. Şehzade, duvarların ortasındaki açık büyük kapıdan içeriye
girmiş, kapıyı güç halde kapatmış. Biraz ötede kapalı bir kapı varmış.
Bütün vücuduyla yüklenip kapıyı açmış, içeriye girmiş. Hemen koşup
arslanın önündeki otu alarak ata götürmüş. Atın önündeki eti de arslana
vermiş. Her ikisi de önlerine konan şeyleri iştahlı iştahlı yerlerken
doğruca gül ağacına koşmuş. Altın kuş güneşin altın ışıkları altında
pırıl pırıl yanan rengiyle sağa, sola dönüyor, gagasını gül yaprakları
arasına sokuyormuş. Şehzade onu incitmemek için yavaş yavaş elini
uzatmış, daldan almış kuşun güzelliği karşısında âdeta kendinden geçmiş,
herşeyi unutmuş. Kuşu elinden götürürken üzmemek için kafese koymaya
karar vermiş. Bakmış ki, tahta kafes pek kötü, halbuki altın kafes hem
çok güzel işlemeli, hem de pırıl pırıl yanıyormuş… Gönlü ona kaymış.
Gidip yerinden alarak altın kuşu içine koymuş. Altın kuş, kafese o kadar
yakışmış, o kadar yakışmış ki, küçük şehzade onlara hayran hayran
bakmaktan kendini alamamış. Kafesi eline alıp kapıya doğru yürümüş.
Yürümüş ama, kapının önünde, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte kocaman
iki arap görünce, aklı başına gelmiş. Araplar bunu kolundan tuttukları
gibi Kuşlar Padişahının karşısına çıkarmışlar. Padişah, altın kuşu
çaldığından dolayı bunun zindana atılmasını emretmiş. Fakat Padişahın
karısı :


Yazık bu delikanlıya, demiş. Eğer bize altın kızı getirirse altın kuşu ona veririz. Hem de zindandan kurtulmuş olur.

Padişah, karısının bu düşüncesini yerinde bulmuş, küçük şehzadeyi bırakmışlar.

Şehzade
dışarı çıktığı zaman Sihirli Tavşanla karşılaşmış. İçerde gördüklerini,
yaptıklarını, başına gelenleri tavşana anlatmış. Tavşan söz dinlemediği
için buna kulakları ile bir güzel dayak atmış. Sonra :


Haydi bin sırtıma, gidelim! demiş.

Şehzadeyi sırtına alarak yola koyulmuş.

Az
gitmişler… Uz gitmişler… Dere tepe düz, dağ, ova dümdüz gitmişler, dik
kayaların ortasında çok yüksek bir sarayın önünde durmuşlar. Sihirli
Tavşan : İşte burası Kızlar Padişahının sarayıdır, demiş. İçeri girerken
bir zorluğa uğramayacaksın. Bahçenin ortasında büyük bir havuz var.
Havuzun etrafı türlü türlü çiçeklerle süslüdür. Çiçeklerin arasında
geniş yapraklı bir çınar ağacı göreceksiniz. Ağaca çıkıp saklanırsın.
Çok geçmeden altın kız gelip havuza girerek banyo yapar. Havuzdan
çıktığı zaman gitmesine meydan vermeden yakalarsın. Alıp dışarı
çıkabilirsin. Eğer elbiselerini giyerse, Kızlar Padişahı seni yakalar,
hapse attırır. Haydi yolun açık olsun!


Küçük
şehzade, sözlerini tutacağına dair tavşana başını sallamış, sarayın
bahçe kapısından içeriye girmiş. Bahçenin ortasında fıskiyelerinden
sular akan mermer bir havuz varmış. Suyun şırıltısına türlü türlü kuş
sesleri karışıyor, havuzun etrafındaki çiçeklerin kokuları, insana
yeniden hayat veriyormuş.


Şehzade,
doğruca çınar ağacının yanına gitmiş, üstüne çıkıp yapraklar arasına
saklanmış. Dalın birine yaslanıp havuzda sularla güneşin oynaşmasını
seyrederken, uzaklardan kulağına genç kız gülüşmeleri, kahkahalar
gelmiş. Geriye dönmüş bakmış ki ince beyaz entariler içinde birçok genç
kız, saçlarını rüzgârda uçura uçura havuza doğru koşuyorlar. Olduğu
yerde biraz daha büzülmüş. Ağacın geniş yapraklarını kendisine siper
edip saklanmış.


Kızlar
koşa koşa gelip havuzun etrafına dizilmişler. Biraz sonra, tül
elbiseler içinde, güneş kadar parlak sarı saçlı, ayın ondördü, günün
onbeşi gibi güzel altın kız gelmiş, havuza girmiş. O, havuzda yıkanırken
dışardaki kızlar da, şarkı söylüyor, ellerini çırpıyorlarmış.


Altın
kızın yıkanması çabuk sona ermiş. Bir el işareti ile dışardaki kızları
uzaklaştırmış. Kendisi havuzdan çıkmış. Elbiselerini giyerken, küçük
şehzade ağaçtan atlayıp bileğine yapışmış, kızı dışarıya sürüklemeye
başlamış. Bu beklenmedik durum karşısında şaşkına dönen altın kız,
elbiselerini giymek için şehzadeden izin istiyor, şehzade olmaz dedikçe
altın kız yalvarıyormuş. Böylece kapıya kadar geldiği halde, şahzade,
altın kızın yalvarmalarına dayanamamış, elbiselerini giymesi için onu
bırakmış. Kız havuz başına koşup elbiselerini giydikten sonra, ellerini
çırpmış. Ellerini çırpmasıyla beraber, küçük şehzadenin yanında dev gibi
iki adam görünmez mi? Şehzade, bunlar nereden geldiler diye
araştırırken, adamlar onu kolundan yakaladıkları gibi bir hamlede saraya
götürüp Kızlar Padişahının karşısına çıkarmışlar.


Kızlar Padişahı :

Söyle
bakalım delikanlı, demiş, sen ne cesaretle benim sarayıma giriyorsun?
Hele havuz başında saklanıp kızlarımı yıkanırken seyretmeye utanmadın
mı? Altın kızın bu sarayın incisi olduğunu bilmiyor musun? Cezan
ölümdür.


Sonra elini çırpmış, içeriye giren harem ağasına :

Şunu cellatlara götürün! diye emir vermiş.

Küçük şehzade, korkusundan tir tir titrerken, Kızlar Padişahını ihtiyar lalası söze karışmış :

Ünlü
Padişahım, demiş izniniz olursa, bu delikanlı bize altın atı getirsin.
Eğer getiremezse, o zaman başını kestirirsiniz. Ama getirecek olursa,
altın kızı ona veririz, alır, gider…


Kızlar Padişahı, ihtiyar lalanın bu düşüncesini yerinde bulmuş, altın atı bulup getirmek şartıyla şehzadeyi salıvermiş.

Neye
uğradığını bilemeyen şehzade, şaşkın bir halde kendisini sokağa dar
atmış. Sihirli Tavşan, şehzadeyi bir kaya dibinde bekliyormuş.
Şehzadenin anlattıklarını dinledikten sonra, sözünü tutmadığı için
kulakları ile onu bir kere daha dövmüş. Sırtına dönerek :


Haydi atla! demiş. Nedir bu senden çektiğim? Sözümü tutmuş olsaydın altın kuşu çoktan ele geçirmiş, saraya dönmüştük…

Küçük
şehzade, Sihirli Tavşanın sırtına binmiş. Derelerden tepelerden
geçerek, dağlardan, taşlardan aşarak, bir ovaya varmışlar. Bu uçsuz
bucaksız ovanın ortasında, etrafı alçak duvarlarla çevrili, gayet büyük
bir bahçe varmış. Bahçenin tam ortasında küçük, fakat şirin bir köşk
göze çarpıyormuş. Bahçenin her tarafı yemyeşil gür otlarla çevrili imiş.


Sihirli Tavşan, bahçenin önünde durarak :

İşte,
demiş, Atlar Padişahının sarayına geldik. Altın at, Atlar Padişahının
biricik oğludur. Çok uysal bir hayvandır. Bahçe kapısından içeriye
girdiğin zaman etrafına bakmadan doğruca yürüyeceksin. Atlar Padişahının
sarayının arka tarafında küçük bir köşk vardır. Altın at orada bulunur.
Kapısı açıktır. İçeriye girip korkmadan yanına yaklaşacaksın. “Sırma
yeleli, altın nallı, altın atım, seni görmeye geldim, yüzünü öpmeye
geldim” diyeceksin. Eğer sözlerinden hoşlanırsa, keyifli keyifli kişner.
O zaman gümüş dizginlerini tut; o senin arkandan kendiliğinden gelir.
Ama, kişnemez de sessiz sedasız durursa, anla ki senden hoşlanmadı.
Arkana bakmadan uçar gibi koşarak kaç, yoksa Atlar Padişahı seni
yakalatır, atların ayakları altında çiğnetir…


Küçük
şehzade, bahçe kapısından içeriye girmiş ama yüreği de hop hop
ediyormuş. Bahçe o kadar güzel, otlar o kadar canlı, o kadar yeşilmiş
ki, küçük şehzadenin, etrafına doya doya bakınmak için içi gidiyormuş…
Fakat, Sihirli Tavşanın sözleri de kulağında çınladığından sağa sola
bakmadan yürümüş, yürümüş… Atlar Padişahının sarayının arka tarafına
geçmiş, küçük köşkle karşılaşmış. Köşkün kapısı açıkmış. Ayaklarının
ucuna basarak içeriye girmiş ki, gözlerine inanamamış: Altın at o güne
kadar gördüğü atların, hatta hayvanların en güzeli imiş. Gözleri ışıl
ışıl parlıyor, altın tellere benzeyen yelesi, ata bir gelin güzelliği
veriyormuş. İnce yüksek bacakları yerinde duramıyor, bırakılsa kuş gibi
uçacakmış hissini veriyormuş. Derisinin parlaklığı, düzgünlüğü hiçbir
hayvanda yokmuş…


Küçük
şehzade, altın atı böyle hayran hayran seyrederken, birden Sihirli
Tavşanın sözleri hatırına gelmiş. Altın atın yanına iyice yaklaşıp:


Sırma yeleli, altın nallı, altın atım, demiş, seni görmeye geldim. Yüzünü öpmeye geldim…

Küçük
şehzade daha sözünü bitirmemiş ki, altın at keyifli keyifli kişnemeye
başlamış. At kişneyince, şehzadenin de yüreğine su serpilmiş. Hemen atın
gümüş dizginlerini tutmuş, öne düşmüş.


O gitmiş, at gelmiş, o gitmiş, at gelmiş, bahçe kapısından dışarıya çıkmışlar. Sihirli Tavşan orada bekliyormuş.

Tavşan, şehzadeye:

Bin atın sırtına! demiş.

Şehzade,
altın ata sıçramış. Tavşan da bir zıplamada şehzadenin arkasına
oturmuş, elleriyle şehzadenin omuzlarından tutmuş. Şehzade gümüş
dizginlere yapışır yapışmaz, altın at bir ok gibi fırlamış. Hayvan
görülmemiş bir hızla gidiyor, şehzadenin âdeta başı dönüyormuş. Dağlar,
tepeler bir anda arkada kalıyor, rüzgâr bile altın ata yetişemiyormuş.


Gözü
açıp kapayıncaya kadar, altın at, Kızlar Padişahının sarayına varmış.
Küçük şehzade, atın üzerinden inip saraya girmiş, Kızlar Padişahının
karşısına çıkarak altın atı getirdiğini bildirmiş. İzni olursa altın
kızı alıp götüreceğini söylemiş.


Kızlar
Padişahı, bu küçük delikanlının cesaretine, yılmazlığına hayran kalmış.
Altın kızı verdiği gibi, altın atı da ona bırakmış.


Küçük
şehzade, altın kızı alıp saraydan çıkmış. Kızı altın ata bindirmiş.
Kendisi de Sihirli Tavşana binmiş, hemen yola koyulmuşlar. Kuşlar gibi
uçup, rüzgârlar gibi eserek Kuşlar Padişahının sarayına varmışlar.


Küçük
şehzade, altın atla Sihirli Tavşanı kapıda bırakmış. Altın kızı yanına
alarak içeriye girmiş. Doğruca Kuşlar Padişahının karşısına çıkmış.
Yerlere kadar eğilip selam verdikten sonra:


Ünlü padişahım, demiş, emrinizi yerine getirdim. İşte istediğiniz altın kız…

Kuşlar Padişahı yerinden kalkıp şehzadenin yanına gelmiş. Onun sırtını okşadıktan sonra demiş ki:

Aferin
delikanlı, cesur ve yılmaz bir genç olduğunu ispat ettin. Bu kadar güç
şeyleri başardıktan sonra bir gün gelip altın kuşu da ele
geçirebileceğini anlamıştım. Onun için altın kuşu ben sana kendi elimle
veriyorum. Altın kız da senin olsun. Haydi güle güle gidiniz!


Küçük
şehzade, Kuşlar Padişahını selamlamış. Altın kuşu almış, altın kız da
yanında olduğu halde dışarıya çıkmış. Altın kızı altın atın üzerine
bindirmiş. Altın kuşu eline vermiş. Kendisi de Sihirli Tavşana binmiş,
yola düşmüşler.


Az
gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Sihirli Tavşanın
şehzadeleri karşıladığı su başına varmışlar. Tavşan orada durmuş:


Ünlü şehzadem, demiş, ben burada kalıyorum. Yalnız senden bir dileğim var. Okunu eline al ve beni öldür!

Tavşanın bu sözleri karşısında, şehzade hayrete düşmüş:

Nasıl
olur Pamuk Tavşan, demiş, ben senden gördüğüm iyiliğimi şimdiye kadar
hiç kimseden görmedim, seni öldürmeye ellerim nasıl varır ki?


Sihirli Tavşan:

İyiliğimi
istiyorsan beni öldürmen lazım, demiş. Ama mademki bunu yapamayacaksın,
hiç olmazsa söylediklerimi dinle: Sakın bir kuyu başında oturma, sonra
pişman olursun!


Küçük
şehzade, bunca zamandır beraber gezip dolaştığı Sihirli Tavşandan
ayrılacağı için gözleri yaşarmış. Tavşan, kulaklarını dikip sallayarak
bunları selamlamış. Hoplaya sıçraya gidip gözden kaybolmuş.


Küçük
şehzade altın atın arkasına atlamış. Yola düzülmüşler. Çok geçmeden
hanların bulunduğu yere varmışlar. Küçük şehzade, ağabeylerini handa
bulmuş. Bulmuş ama, onlar hana geldikleri günden beri kumar masasından
kalkmadıkları için bütün altınlarını, hatta elbiselerini, atlarını,
herşeylerini kaybetmişler. Birisi gelir de bizi kurtarır elbet diye
perişan bir halde bekliyorlarmış. Küçük şehzade, altın atın semerini
hancıya vererek ağabeylerinin borçlarını ödemiş, handan çıkmışlar. Hep
beraber oradan uzaklaşmışlar.


Yolda
giderlerken, küçük şehzade bütün başından geçenleri anlatmış.
Ağabeyleri, bunun yaptıklarını kıskanmışlar. Kendi kendilerine: “Babamız
onun başardığı işleri öğrenince bizi ayıplayacak. Biz saraya hangi
yüzle gideceğiz. Bari şuna bir oyun edelim de kızı, kuşu, atı alıp
saraya biz götürelim” demişler.


Karınlarının
acıktığını bahane ederek bir su başında oturmak istediklerini
söylemişler. Görünürlerde su başı yokmuş. Uzaklarda bir kuyu varmış.
Oraya gidip yanına oturmuşlar. Biraz yiyecek yemişler. En büyükleri:


Susadım, demiş, şu kuyudan biraz su alsak. En küçüğümüzün kuyuya inip yukarıya su göndermesi lazım!

Küçük
şehzadenin aklına bir fenalık gelmediği için, ağabeysinin sözüne itiraz
etmemiş. Bellerinden kuşaklarını çıkartıp birbirine ekleyerek küçük
şehzadeyi kuyuya sallandırmışlar. Eline de bir tas vermişler.


Şehzade
kuyuya indikten sonra yukarıya tas tas su göndermiş. Yukarıdakilerin
hepsi bol bol su içmişler. Fakat ağabeyleri onu tekrar yukarıya
çekmemişler. Kuşağı olduğu gibi kuyunun içine bırakmışlar.


Kuşak elimizden kaçtı, demişler. Gidip ip getirelim de seni kuyudan çıkaralım!

Ağabeylerinin
kendisine fenalık yapacağını hatırına getirmeyen küçük şehzade, onların
bu sözlerine inanmış. O, kuyunun içinde bekleye dursun, biz gelelim
ötekilere: Bunlar altın atı, altın kızı, altın kuşu alarak saraya
gelmişler. Padişah, sultan, bütün saray halkı bunların dönüşüne
sevinmişler. Fakat geldikleri günden beri, altın kız konuşmuyor, altın
kuş ötmüyor, altın at da kişnemiyormuş. Padişah ne yaptı, ne ettiyse
bunlara bir çare bulamamış. En küçük şehzadenin dönmemesine de üzülüp
duruyorlarmış.


Biz
bırakalım onları kendi hallerine. Gelelim küçük şehzadeye: Küçük
şehzade, günlerce kuyunun içinde kalmış. Açlıktan nerede ise ölecekmiş.
Arada bir su içerek kendine geliyor, sonra baygınlıklar geçiriyormuş.
Sihirli Tavşan burada da onun imdadına yetişmiş. Gelip kuyunun başına,
kuyruğunu aşağıya uzatmış. Küçük şehzade kuyruğa tutunarak yukarıya
çıkmış. Tavşan, söz dinlemediği için küçük şehzadeye bu sefer de uzun
kulaklarıyla bir temiz dayak atmış :


Haydi git artık yoluna, demiş bundan sonra söz dinlemeye çalış. Çünkü ben artık bir daha yardıma gelemeyeceğim…

Küçük
şehzade, eline geçirdiği yabani meyvelerle karnını doyura doyura,
perişan bir halde memlekete gelmiş. Sarayın içinde ne olup ne bittiğini
anlamak için kendisini tanıtmamış. Aşçının yanına çırak olarak girmiş.


Küçük
şehzadenin saraya ayak bastığını hisseder etmez, altın at kişnemeye,
altın kuş ötmeye, altın kız da konuşmaya başlamaz mı? Uşaklar koşup
durumu padişaha bildirmişler. Padişah :


Bugün sarayıma kim geldi? diye sormuş. Aşçının bir çırak aldığını söylemişler. O çırağı çabuk getirmelerini emretmiş.

Küçük
şehzade babasının karşısına çıkar çıkmaz hemen ellerine sarılmış.
Padişah da onu tanımış, sarmaş dolaş olmuşlar. Küçük şehzade başından
geçenleri babasına anlatmış.


Padişah,
küçük kardeşlerini kıskanıp ona fenalık yaptıkları için en büyük oğlu
ile ortanca oğlunu saraydan çıkarmış, ağır görevlerle memleketin en uzak
köşelerine yollamış. Bunlar ömürlerinin sonuna kadar orada
kalacaklarmış.


Padişah,
küçük oğlunu cesaretinden, yılmazlığından, başardığı işlerden ötürü
kutlamış. Kır gün, kırk gece düğün yaparak altın kızla onu evlendirmiş.


Bir
yıl sonra şehzadenin topuz gibi bir oğlu dünyaya gelmiş. Oğlan bir
yaşını geçip sarayın bahçesinde oynamaya başlamış. Bir gün yine bahçede
oynarken bir tavşan gelip bu küçük oğlanı kovalamış. Tavşan ertesi gün
de gelip oğlanı kovalayınca, iki gündür tavşanı gören uşaklar şehzadeyi
bundan haberdar etmişler. şehzade ertesi gün bahçenin bir köşesine
saklanmış, eline oku alıp beklemeye başlamış.


Hayvan
her zaman ki gibi gelip küçük oğlanın peşine düşünce, babası nişan alıp
okunu atmış. Ok tavşana değer değmez, tavşan bir anda yok olmuş. Fakat
onun yerinde bir genç kız ortaya çıkmamış mı? Küçük şehzade “bu da ne?”
gibi şaşkın şaşkın bakarken, genç kız :


Beni
tanımadın mı ağabey, demiş. Küçük kardeşini bu kadar çabuk mu unuttun?
Genç kız, sözlerini tamamlamadan küçük şehzadeye doğru yürürken,
şehzadenin de aklı başına gelmiş, küçük yaşta iken ortadan kaybolan
kardeşini hatırlamış, o da ona doğru koşmuş. İki kardeş birbirlerine
sarılmışlar. Sonra el ele verip saraya koşmuşlar.


Hiç
ummadıkları bir zamanda, yıllarca önce kaybolan kızlarına tekrar
kavuştukları için padişah da, sultan da son derece sevinmişler. Kız,
başından geçenleri şöyle anlatmış:


Bahçede
oynarken önüme bir tavşan çıktı. Gülerek beni çağırdı. O gitti, ben
gittim, o gitti, ben gittim. Bir mağaraya girdi. Ben de arkasından
girdim. Bana bir toprak tası işaret ederek içindeki şeyden içmemi
istedi. Ben de içtim. İçer içmez sihirli bir tavşan oldum. Hem
tavşanların dilinden anlayarak onlarla düşüp kalkıyor, hem de insanlarla
konuşuyordum. Ağabeylerimin önüne çıkıp yol gösteren, küçük ağabeyimi
felaketlerden kurtaran tavşan, bendim, anladınız mı şimdi?


O yıldan sonra, sarayın bahçesindeki elma ağacının değerli elmasını hiçbir kuş almamış.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sihirli Tavşan
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Kültür ve Sanat Rehberi :: Büyüklerden Masallar-
Buraya geçin: